Kendi kusurlarını affetmeyen adamın bütün kusurları affedilebilir.
Ara

Psikanalitik Psikoterapiler / Psikolojik Sorunlar

Psikanalitik Psikoterapiler

Psikanalitik psikoterapiler, adından da anlaşılacağı gibi psikanaliz esaslarına dayanan, ama psikanalizden daha çok sayıda hastayı, daha kısa zaman ve daha az görüşmeler (seanslar) içinde ele alarak tedavi etmeyi deneyen tedaviler olarak bilinmektedir. Önceleri ortadoks psikanalist olarak tanınan bazı araştırıcılar, bu amaçla değişik teknikleri kendi uygulamalarında denemiş ve bu alanda önemli adımlar atmışlardır. Bu tür tedavilerin amacı birçok bakımdan psikanalitik tedavinin aynısıdır. Ortak nokta, bilinçdışını bilinçli hale getirerek hastanın daha uygun bir uyum düzeyinde yaşama yolu bulmasında yol gösterici olmaktır. Bugün kullanılan bir dizi değişik psikoterapinin büyük bölümü psikanalizden doğrudan doğruya etkilenmiş yaklaşımlardır.
Psikanalitik psikoterapilerden elde edilen sonuçlar ortadoks psikanalizden elde edilenden büyük ölçüde farklı değildir. Bazı nedenlerle psikanalitik tedaviye olanak bulamayan hastaların çoğunluğu değişikliğe uğratılmış ve psikanaliz uygulaması olan analitik psikoterapilerden yarar sağlamaktadırlar. Hastaların büyük çoğunluğu iki ana gruba ayrılabilir. Birincisi, nevrotik bozukluklar, ikincisi de kişilik bozukluklarıdır. Bu tür hastalarda tedavinin etkili olması bazı koşullara bağlıdır. Psikanalitik bilgilere sahip, yetenekli ve becerikli bir terapist, hastaya yardımcı olmada önkoşuldur. İkinci koşul, ruhsal bozukluğun şiddeti ve ağırlığıdır. Başka bir koşul da ruhsal bozukluğun türüdür. Kişilik bozukluğu olan hastalarda olduğu gibi hastalık belirtileri kendisinden çok çevresindekileri rahatsız eden bir hasta, tedavi için istekli olmaz. Akıldan çıkarılmaması gereken bir başka etmen de, hastalığa bağlı olan ikincil kazançların önem ve derecesidir. Eğer hasta çektiği güçlükler ve sıkıntılar dolayısıyla eskiden olduğundan daha çok sevgi, ilgi ve destek görüyorsa daha normal ve olgun bir yaşam tarzına dönme isteği büyük ölçüde azalacak demektir. Böyle bir örselenme; (travmatik nevroz) olayından sonra, olabildiği kadar uzun süre, ikincil kazançlarını sürdürmek için hastanın kendisini yetersiz kılan hastalık belirtilerini bırakamaz ve kazadan önceki olgun ve yeterli uyum biçimine geri dönemez. Birçok durumda etkili bir tedaviden önce, bu ikincil kazanç etkenleri ile uğraşmak gerekir.
Terapist kendi kişiliğinin ince noktalarını ve temel özelliklerini ne kadar iyi tanıyor ve anlıyorsa, kendi karşıt aktarımını tedavi ilişkisine o kadar az yansıtır. Örneğin, içinde, derinlerde temel güvensizlik duyguları olan bir terapist, kendi içsel güvensizliğinin bir sonucu olarak hasta ile iyi bir ilişki kurmak için gerekmeyen yerlerde bile çok yakın ve dostça davranabilir. Buna karşılık tedaviden pek yaralanmadığına ilişkin hastadan gelen uyarılara ve imalara, gerçeğe uymayan bir biçimde öfkeli ve saldırganca tepki gösterebilir. Terapist başka bir durumda kendisini tedavi ilişkisinin merkezine koyup, hastanın aşırı bağlılık ve bağımlılık duygularını cesaretlendirip destekleyebilir.
Kendi yaşamında bazı noktalarda belirgin anksiyete atakları geçiren bir terapist, hastanın bu alanlardaki sorunlarını görmeyebilir. Ya da kendi anksiyetesinden dolayı hastanın anksiyetesini uygun bir şekilde ele alıp tartışamaz. Genel olarak söylemek gerekirse, psikoterapinin amacı transferansı geliştirmek ve aşırılaştırmak olmayıp hastanın bunu görüp tanımasına ve yaşamının diğer yönlerinde oynadığı rolü kavramasına yardımcı olmaktır. Terapist kendi karşı-aktarım duygularının farkına varmadan bunları tedavi ilişkisine yansıttığı zaman artık tedavi ilişkisi de ortadan kalkmış demektir.

Psikanalizde ve psikanalitik psikoterapide sık rastlanan terimlerden birisi de ?transferans nevrozu? dur. Bu terim hastanın başlıca çatışmalarını terapist ile ilişkisine aktarması ve bu nedenle tedaviye başvurmasına neden olan rahatsızlık belirtilerinin beklenmedik bir biçimde hızla kaybolması durumunu anlatmak için kullanılır. İlk birkaç görüşmeden sonra hastanın bozuk uyumu neredeyse mucizevi bir şekilde düzelir. Bununla beraber terapist ile ilişkisi, tedavi öncesinde başkaları ile olan ilişkileri gibi bozuk bir biçimde devam eder. Kuramsal olarak psikanalitik psikoterapi tedavi sürecinde bu transferans nevrozunun çözümü etrafında dolanır. Bu durumda hasta, terapisti, çocukluğundan beri anababasını kullandığı biçimde ?kullanmaktadır? denilebilir. Bununla birlikte bilgisi ve anlayışı ile psikoterapist çok daha uyumlu ve gerçekçi bir ebeveyn olarak işe yaramakta ve hastanın büyüme döneminde yenmeye zorunlu olduğu çatışmaları, aşması gereken güçlükleri şimdi çözmesinde işe yaramaktadır. Hastalık belirtilerindeki bu beklenmedik ve ani düzelmeyi fark eden terapistin, bu durumda bir transferans nevrozunun söz konusu olabileceğini aklında tutması gerekir.
Analitik psikoterapilerin ve psikanalizin ortaklaşa kullandıkları başka bir kavram da ?direnç? tir. (rezistans) Bu, hastanın sorunlarının kaynağını doğru ve hızlı bir biçimde anlamasına içeriden karşı koyan bilinçdışı güçleri tanımlamak için kullanılan özgül bir terimdir. Özgür iradesi ve seçimi ile psikoterapiye gelen hastada tedavinin başlaması ile birlikte söz konusu bu dirençler de kendisini göstermeye başlar. Örneğin, hasta, zamanının büyük çoğunluğunu terapistin her sözüne inatçı bir şekilde itiraz ya da her yorumunu kendi iç dünyasına hiç göz atmadan durmadan tartışmakla geçirebilir. ?Terapistin söyledikleri benim iç dünyamın gerçeklerine ne ölçüde denk düşüyor.? diye düşünmek yerine, terapistle amansız bir rekabete girmek hasta için sanki çok daha önemliymiş gibi görünür. Sanki terapistin karşısında bir şey yapması istendiğinde durmadan karşı koymaya çalışan 4-5 yaşlarında bir çocuk varmış gibidir. Direnç türlü biçimlerde görülebilir. Görüşme saatine gecikme, görüşme randevusunu unutma, psikanaliz divanında çağrışım yapmama, önemli ve anlamlı olayları unutma, rüyaları hatırlayamama, daha önceki görüşmelerde tartışılmış önemli konuları unutma, kendiliğinden ve içtenlikli davranmama, duygularını açıklayamama vb. Genel olarak hastalar yaşadıkları direncin farkında değildirler. Farkına vardıklarında ise bunlara engel olmaları beklenir. Direnç niteliğindeki tutum ve davranışların gerçek anlamları uygun bir zamanda kendilerine yorumlanmalıdır. Bu konu, tüm anlamıyla kavranana dek bu yorumlar tekrarlanmalıdır.
Rüyalar, tıpkı psikanalizde olduğu gibi psikanalitik psikoterapide de önemli bir tedavi materyalidir. Freud rüyaları bilinçdışına giden ?kral yolu? olarak niteler.
Freud'un 1900 yılında ilk baskısı yapılan rüyaların yorumlanması konusundaki kitabı bugün bile bu alanda yazılmış değerli bir eser olarak kabul edilmektedir. Bilim dünyasında ilk kez, rüyaları metafiziğin alanından çekip çıkararak onlara dinamik psikoloji disiplini içinde hak ettiği yeri veren bilim adamı olmuştur. Ona göre rüya, uyku sırasında oluşan varsanı (hallüsinasyon) niteliğinde bir yaşantıdır. Rüyanın uyandıktan sonra hatırlanabilen kısmına ?rüyanın belirgin içeriği? adını vermiştir. Bununla birlikte belirgin içerik ancak karışık bir ruhsal olaylar dizisinin son ürününü oluşturur. Bu olayı anlayabilmek için daha önce tartışılmış olan ruhsal aygıtımızın bazı özelliklerine geri dönmek gerekmektedir. Daha önce bilinçdışının boşalıma ve doyuma erişmek için bilinci zorlayan içgüdüsel istek ve gereksinimlerle dolu olduğuna değinmiştik. Bunların içinde, şu ya da bu nedenle, doyurulması benlik (ego) tarafından uygun görülmeyip bilinçdışına bastırılanlar orada korunmakta ve birikmektedir. Uyku sırasında benliğin gerçeklikle ilişkisi zayıflamakta ve böylece bilinçdışı yasaklanmış isteklerle ilgili uyanaklılığı azalmaktadır. Boşalmak için fırsat kollayan bu istekler ise uykuda benlik tarafından çok daha gevşek bir sansür uygulandığı için bilince çıkmaya hazır durumda beklemektedir.

Yorumlama
Psikanaliz ve psikanalitik yöntemli psikoterapilerde analistin ve terapistin en önemli tedavi aracı ve silahı yorumlamadır diyebiliriz. Birçok şeyi hastaya yorumlamak ancak uygulamada kazanılacak bir yetenektir. Bu tıpkı apandisit ameliyatında uzman olmaya benzer. Bir kişi bu ameliyat hakkında birçok kitap okumuş, bunun tekniğine ait sayısız konferans dinlemiş, seminer izlemiş olabilir. Ancak pratik denemeleri olmaksızın bu kuramsal bilgiler işe yaramaz. Psikoterapide de yorumu zamanında, uygun ve doğru bir biçimde kullanmakta böylesi bir deneyim gerektirir. Genel olarak söylemek gerekirse birtakım savunmaların yorumları bilinçdışı çalışmaların yorumlarından önce yapılmalıdır. Her şeyden önce hastanın kendisini iç çatışmalarına karşı ne gibi gerçeğe uymayan yollarla savunduğunu görmesine yardım etmek gerekir. Bir kez bu savunmalar anlaşıldıktan sonra çatışma bilinç düzeyine daha yakınlaşmış olur. Bundan sonra nihai yorumlara zemin hazırladıktan sonra uygun zamanda bu yorumlarda yapılabilir. Yorumları anlayabilmek ve içsel yaşantılarını buna göre yeniden değerlendirip kullanabilmek açısından da kişiden kişiye büyük farklılıklar vardır.

Tedavinin Sonuçlanması
Kuramsal olarak tedavi, hastanın çatışmalarının büyük bir kısmı hakkında içgörü kazandığı ve bunları uygun bir biçimde çözümlediği, terapisti ile ilişkisinin aktarım yerine normal bir nesne ilişkisi niteliğine dönüştüğü noktada sonlandırılır.
Aktarım ilişkisi çözümlenmemiş hasta, terapisinden bağımsızlaşır ve ona karşı gerçeğe uymayan geçmişteki ilişki tarzları ile ilgisiz, olgun ve normal tepkiler göstermeye başlar. Çocuksu iç çatışmalarını karşı kullandığı savunucu tutumlar artık davranışını etkilememekte, daha bağımsız ve daha olgun bir düzeyde yaşayabilmektedir. Terapist, hastaya ego olgunlaşmasının tüm yaşam boyunca süreceği ve tam anlamı ile dingin kalabilmek için hiçbir zaman yeterli bir içgörü sağlanamayacağı hakkında güvence vermelidir. Benzer şekilde, günün birinde anlamakta güçlük çektiği herhangi bir durum karşısında tekrar terapistini arayabileceği de belirtilir. Ancak bu güvencenin yaşamın herhangi basit bir güçlüğü karşısında hemen tedaviye sığınmak olmadığı da açıklanmalıdır.

Tüm kısa psikoterapilerin ortak yöntemi
Tedavi süresi kısıtlı
Sonuç önceden planlanmış
Hasta ve terapist bir odak üzerinde anlaşırlar
Terapist, normalden daha aktiftir ve teknikler konusunda esnektir

Bu son maddeden de anlaşılacağı gibi kısa psikoterapilerde birçok tedavi yönteminin birlikte kullanımının gerekli olduğunu düşünülmektedir. Birçok yazar, tedavi odağının hastalık belirtileri olduğunu noktasında birleşmektedir. Daha sonra davranışçı tedavi kuramcıları tedavi odağının gözlemlenebilir davranış olması gerektiğini vurgularlar. Hemen tüm davranışçı psikoterapilerin kısa psikoterapiler grubuna girdiğini şimdiden söyleyebiliriz

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...