Kaptanın ustalığı deniz durgunken anlaşılmaz.
Ara

Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zeka / Psikolojik Sorunlar

Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zeka

KENDİNİ MOTİVE ETMEK (ÖZMOTİVASYON):
Özmotivasyon, engel, başarısızlık ve yenilgilere rağmen olumlu bakış açısını kaybetmemek; hedefler koymak, bu hedefleri gerçekleştirmek için çaba sarf etmek, genel olarak hayattan ve kendinden memnun olabilmektir.

Bebekler ilk yıllarında; çevrelerini ve yaşadıkları dünyayı merak ederler.
Yerde buldukları her şeyi evirip çevirip incelerler, hatta bazılarını ağızlarına götürürler.
Hareketli ve ses çıkaran cisimler gördüklerinde ve duyduklarında dikkat kesilirler.
Ayağa kaldırdığınızda hemen yürüme refleksi gösterirler.
Baş edilemez olaylar ve tekrarlanan başarısızlıklara rağmen kendilerinden emindirler. 6-7 yaşına kadar yaptıkları denemelerdeki zayıf performansa rağmen başarılı olma umutlarını yitirmezler.
Bunlar, bebeğin çevresini tanıma, öğrenme, yürüme isteğinden dolayı yapılan hareketlerdir. Bu tür hedefler hiç ara vermeksizin devam eder.

Lawrence E. Shapiro'nun ?Yüksek EQ'lu Çocuk Yetiştirmek? isimli kitabındaki bir anıya bir göz atalım. (Shapiro 2000: 15)

O gün bayan Ansel'in anaokulu sınıfındaki çocuklar için çok özel bir gündü. Bu, kitaplarla ve oyuncaklarla dolu bölmeler ve okuma alanı olarak kullanılan kocaman oyun lokomotifiyle parlak renkli duvar resimlerinin bulunduğu odada geçirilen her günün özelliği olmadığı anlamına gelmiyor. Fakat o gün sınıf önemli bir konuğu kabul edecekti. Bu konuk, herkesin sırayla katılacağı eğlenceli bir oyun oynayacaktı onlarla.

Dört yaşındaki Barry, çocuklara kasten çok zor gelecek şekilde tasarlanmış olan bu oyunu oynamak için seçilen ilk çocuktu. Çocuk gelişimi araştırmacısı olan konuk, Barry'ye bir kuleye bağlı platformun üzerine oturtulmuş parlak bir metal top gösterdi ve şöyle dedi: ?Bu küçük bir asansör gibi. Küçük topu düşürmeden platformu kulenin en üstüne kadar kaldırmak zorundasın.?

Barry'nin ilk denemesinde hemen düştü. İkincisinde tekrar düştü. Masanın etrafında dolanarak yere yuvarlandı, köşeye doğru gitti. Üçüncü denemesinde topu düşmeden önce kulenin yaklaşık dörtte birine kadar kaldırabildi. Dördüncü denemesi birincisinden daha iyi değildi.

?Bunu yapabileceğini düşünüyor musun?? diye sordu konuk, nötr bir ses tonuyla.

?Evet? diye yanıtladı Barry coşkuyla yeniden denerken.

Barry, özmotivasyon deneyinde yer alan anaokulu sınıfındaki diğer çocukların tipik bir örneğiydi. Tekrar tekrar deneyip başarısız oldukları halde, bütün çocuklar sonunda bu işi becerebileceklerini belirtmişlerdi. (Shapiro 2000: 15)

Bebeklerin doğuştan özmotivasyonları olmasına rağmen sonraki yıllarda bazı kişilerin özmotivasyonlu ve çok başarılı olduğu halde, diğerlerinin neden öyle olmadığı sorusuna ışık tutacak araştırmalardan su sonuçlar çıkmıştır. (Shapiro 2000: 197)

Çocuğa başarı beklentisi aşılamak.

Dünyasına hakim olması için ona fırsatlar sağlamak.

Eğitimin çocuğun ilgi alanına ve öğrenme tarzına uygun olmasını sağlamak.

İstikrarlı çabaya değer vermeyi öğretmek.

Başarısızlıkla yüzleşip üstesinden gelmenin önemini öğretmek.


4. EMPATİ (BAŞKALARININ DUYGULARINI ANLAMAK):

Empati, bireyin başkalarının duygularına karşı duyarlı davranarak, bu duyguları tanıması, anlaması ve yorumlamasıdır. İnsanlar söylemeden, onların hislerini anlayabilmek empatinin özünü oluşturur. Empatik olmak, diğer insanları ?duygusal anlamda okumak? anlamına gelir. Başka kişilerin hislerini anlama yeteneği duygusal bilinç yeteneği üzerine inşa edilir. Kendi duygularımızı tanımadan, başkalarının duygularını anlayamayız. Empati, kişiler arası ilişkilerde içtenlik, ilgi, bağlılık ve duyarlılık gösterebilme yeteneğini de içermektedir. Empatik insanlar başkalarının duygularının bilincinde olup; onları takdir edebilirler. (Møller, 2000:98)

Küçük yaşlardaki çocuklar gözlemlendiğinde ;

Bir başka bebeğin düştüğünü gördüklerinde sanki canı acıyan kendileriymiş gibi gözlerinin dolduğuna,

Ağlayan bir bebeğe sakinleştirmek için kendi oyuncağını verdiğine,

Zor durumda bir yaşıtını gördüğünde annesine giderek onun için yardım ister tavırlar sergilediğine tanık olmak mümkündür.

Gelişimci Psikologlar, çocuğun ilk altı yılında gelişen bu davranışları başkalarına karşı duygusal tepki olarak değerlendirmektedirler. Duygusal empatiyi çoğu bebekte, hayatının ilk yılı boyunca görebiliriz. Gelişimci psikologlardan Martin Hoffman bundan ?Global Empati? diye söz ediyor, çünkü çocuğun kendisiyle dış dünya arasında ayrım yapma yeteneği yoktur ve diğer bir bebeğin sıkıntısını kendi sıkıntısıymış gibi yorumlar. (Shapiro 2000: 55)

Bir-iki yaş arasındaki çocuklar, başkalarının sıkıntısının kendi sıkıntıları olmadığını açıkça anlayabildikleri ikinci empati evresine girerler. Çoğu bebek iç güdüsel olarak diğerlerinin sıkıntısını azaltmaya çalışır. Bununla birlikte bilişsel gelişimleri olgunlaşmadığı için, küçük çocuklar ne yapmaları gerektiğinden tam olarak emin değildirler. (Shapiro 2000: 55)

Küçük çocuklar üzerinde empatik davranışlarla ilgili olarak yapılan bir araştırmada;

Bazıları sadece seyreder ve kaygıdan çok merak duyarlar.

Bir kısmı başka çocukların sıkıntısına yüzlerinde empatik hislerin ifadesiyle tepki verirler.

Üçüncü grup ise başka çocukların acılarına olumsuz tepki göstermiştir; bazıları ağlayan çocuklardan uzaklaşmış, diğerleri de onları azarlamış yada sızlanan çocuğa vurmuştur. (Shapiro 2000: 56)

Altıncı yaş, bilişsel empatinin; yani olayları başkasının bakış açısıyla görme ve uygun bir şekilde davranabilme evresinin başlangıcıdır. Bakış açısı edinme becerileri bir çocuğun, mutsuz bir arkadaşına ne zaman yaklaşacağını ve onu ne zaman yalnız bırakacağını bilmesini sağlar. Bilişsel empati, duygusal iletişim (ağlama gibi) gerektirmez, çünkü bu yaştaki bir çocuk belli etse de etmese de, sıkıntılı bir durumda olan bir kişinin neler hissettiğine ilişkin içsel bir referans yada bir model geliştirmiştir. (Shapiro 2000: 56)

ÇOCUğUN BAŞKALARINA KARŞI DAHA EMPATİK OLMASI İÇİN NELER YAPILABİLİR?

Sosyal becerilerin temeli olan empati, çocukların büyük çoğunluğunda doğuştan vardır. Birçok araştırmada, erkek ve kız çocukların empatik davranışlarında önemli farklılıklar görünmemesi sizi şaşırtabilir.

Genel olarak, erkek çocukları da kızlar kadar yardımseverdir ancak fiziksel yardımda bulunmaya ya da ?kurtarma? türü etkinliklere (başka bir çocuğun bisiklete binmeyi öğrenmesine yardımcı olmak gibi) daha heveslidirler.

Oysa kızlar, daha çok psikolojik destek vermeye yatkındırlar (üzgün bir çocuğu teselli etmek gibi). Büyük kardeşler küçüklere göre genel olarak daha yardımsever görünseler de, sosyal sınıf ya da aile büyüklüğünün empatik davranışlarla ilişkisi yok gibidir.

Kardeşler arası yaş farkı daha büyük olduğunda, yardımcı davranışlar daha fazla ortaya çıkabilmektedir. (Shapiro 2000: 56)

Çocuğun daha ilgili ve sorumlu olması için onları yönlendirin ve böyle davranmalarını onlardan bekleyin.

Yaş gruplarına uygun olarak, dağıttığı oyuncaklarını, odalarını toplamaları istenebilir, bu davranışları ödüle bağlanabilir.

Günlük işlerde yetenek ve becerileri dikkate alınarak anne babaya yardım etmesi beklenebilir.

Aile içindeki ve çevredeki kişilere iyilik yapmalarını teşvik edin. Bunlar birisi için kapıyı tutmak, hasta bir arkadaşını ziyaret etmek yada ona telefon etmek olabilir.

Toplum yararına olabilecek faaliyetlere katılmalarını sağlayın.

Çevre temizliği faaliyetlerine katılmak.

Hasta çocuklara kitap okumak.

Giyilmeyen giysi ve ayakkabıların ve kullanılmayan oyuncakların ihtiyacı olan çocuklara verilmesi.

Çocuklarda empatinin gelişmesi ile ilgili yapılan araştırmalar, bugün empatisi yüksek olan çocukların, başka insanlara sorumluluk duyan, başkalarına empati gösteren, başkalarına değer veren ailelerden geldiklerini göstermektedir. Araştırmalara göre empatik olan ebeveynlerinin davranışlarını gözlemleyen çocuklar, anne ve babaları gibi başkalarına değer vermeyi ve empati göstermeyi öğrenirler ve uygularlar. Ruhbilimcileri, Nancy Eisenberg ve Richard Fabes'in yaptığı araştırmalar, anne ve babaların çocuklarına, ?zararlı ve kötü davranışların insanlar üzerindeki etkisi ve sonuçları? ile ilgili verdikleri anlaşılır mesajların çocuklarda empatinin gelişmesinde etkili olduğunu göstermektedir. (Windell,1999:94-96)

Duygusal zekâyı kullanarak iki yaşındaki kızı Mariah üzerinde etkili olabileceğini keşfettiği ilk günü hatırlayan bir babanın hikayesi şöyle.

Çok sıkıcı ve uzun geçen bir uçak yolculuğu sırasında kızı Mariah ısrarla en çok sevdiği oyuncağı, zebrayı istemiş ve zebranın yanlışlıkla valizlerde kalmış olduğunu onca açıklamalara rağmen bir türlü anlamak istememişti. Babası ona bir kez daha zebraya ulaşamayacaklarını çünkü valizlerin uçağın başka bir bölümünde olduğunu anlatırken bir yandan da ona en çok sevdiği kitabı okumalarını öneriyordu. Baba artık onun için elinden gelen herşeyi yaptığını düşündüğü bir sırada kızının yüzündeki ifadeyi görünce durumun ne kadar kötü olduğunu fark etti. İçi rahat etmedi, zebraya ulaşamıyordu ama kızına daha farklı birşey sunabilirdi, babanın tesellisini:

Ona ?Sen, şimdi, burada Zebra'nın olmasını isterdin değil mi?? diye sordu. Üzgün bir şekilde ?Evet? diye yanıt verdi.

Daha sonra ?Zebra'ya ulaşamadığından dolayı kızgın olduğunu, onun şu an yanında olmasını ne kadar çok istediğini anladığını? söyledi baba.

Mariah bütün söylenenleri hep onayladı. Bunu takiben baba sözlerine: ?Keşke şimdi Zebra burada olsaydı, ne iyi olurdu, böylece onunla oynayabilirdin, onu koklayıp, kucaklardın. Keşke, şu koltuklardan da kurtulup, senin oyuncak hayvanlarınla oynayabileceğimiz, uzanabileceğimiz büyük bir yatak bulabilsek? diye devam etti. Bütün hepsine tek cevap olarak ?Evet? diyordu kızı.

Daha sonra ?Zebra' ya ulaşamıyoruz, çünkü uçağın diğer bölümünde, bu da senin moralini bozuyor? dedi. Derin bir iç çekerek ?Evet? dedi Mariah.

Yüzünden, gerilimin azaldığı belli oluyordu. Başını, koltuğa dayayarak rahatladı. Bir süre daha yumuşak bir tonla şikayet etmeye devam etti, fakat gittikçe sakinleşiyordu. Birkaç dakika içinde uyuyakaldı.

Mariah iki yaşında olmasına rağmen, ne istediğini bilen bir çocuktu. Durumun imkansız olduğunun, farkına varmaya başladığında babasının özürleriyle, talimatlarıyla, konuştuklarıyla ilgilenmedi. Ancak babanın onun ne hissettiğini anlamış olması kendisini daha iyi hissetmesine neden oldu. İşte bu ?empati gücünün? görünür bir kanıtıydı. (Gottman, Declaire, Goleman 1997: 69,70)

ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE DUYGUSAL ZEKÂ (devam)

5. SOSYAL BECERİLER (İLİŞKİLERİ YÖNETMEK):

İlişkilere hakim olan duyguları başarıyla yönetmek: Yakınlaşma kurmak; başkalarının en iyi yönlerini ortaya çıkarmak; iyi bir takım üyesi olmaktır.

Diğer insanlarla geçinebilmek ve iyi ilişkiler kurabilmek için gerekli olan yetkinlikler genellikle, sosyal beceriler olarak adlandırılmaktadır. Sosyal beceriler büyük ölçüde empati yeteneğine dayanır. Sosyal beceriler, insanlar arasındaki iyi ilişkilerin temelini oluşturur.

Sosyal beceriler konusunda ustalaşmış kişiler, diğer insanlarla tam bir etkileşim gerektiren her türlü faaliyette başarılı olurlar: örneğin; satış, yönetim, müzakere, iletişim, eğitim, çocuk yetiştirmek, motivasyon, ilham vermek, takım kurmak vb.

Bu beceriler, her türlü ortaklık ilişkisinin anahtarıdır. Çocuğunuzun geliştireceği tüm Duygusal Zekâ becerileri arasında, başarı ve yaşamdan tatmin olma duygusuna en büyük katkıyı da yapacak olan, başkalarıyla geçinebilme becerisidir. Sosyal bir dünyada etkili işler yapabilmesi için, çocuğunuzun tanımayı, yorum yapmayı ve sosyal durumlara uygun bir şekilde tepki vermeyi öğrenmesi gerekir. Kendi ihtiyaç ve beklentilerini başkalarınkilerle nasıl bağdaştıracağına karar verebilmelidir.

Sosyalleşme süreci, tüm Duygusal Zekâ becerilerinde olduğu gibi çocuğunuzun doğuştan gelen mizacı ve sizin buna olan tepkinizin birleşimiyle başlar. Bir bebek sadece altı haftalıkken, anne ve babasının yüzüne uzunca bir süre gözlerini diker, sonra da yüzünü kocaman bir gülücük kaplar. Eğer siz de gülümserseniz, gülücüğü daha da büyür. Bebek daha ilk aylarda başının pozisyonunu ve bakışlarını kullanarak çevresindekilerle, hoşnut, ciddi yada ürkmüş ifadelerle iletişim kurmaya başlar. (Shapiro 2000: 155)

Ancak bebekler bile sosyal tepkilerinde farklılık gösterirler; tepki şekilleri, uyum sağlama yetenekleri ve kararlılıkları önemli ölçüde değişkendir. Doğal olarak, bebeklerimizin davranışlarından biz de etkileniriz, daha girgin olanlara daha fazla zaman ayırıp daha fazla dikkatimizi yöneltiriz. Sosyal eğilimi daha az olan bebekler tabii ki diğer bebekler kadar mutlu ve başarılı olabilirler; ancak yetişkinlerin de daha fazla sabırlı ve bilinçli olmaları gerekir, ileride göreceğimiz gibi bu, her yaştaki çocuk için geçerlidir. (Shapiro 2000: 156)

Başka çocuklara karşı ilgi de çok küçük yaşlarda başlar. Bebekler pusetlerinde giderken, yoldan geçen diğer bebekleri izlemeye çalışır. Televizyonda başka bebekler gördüklerinde, büyülenmişçesine, sessizce bakarlar ve eğer yapabiliyorlarsa, emekleyerek ekrana dokunurlar. (Shapiro 2000: 156)

Yetişkinler, gelişimleri sürecinde çocukların sosyal yönden bilinçli ve sosyal nüanslara duyarlı olmaya ne kadar erken başladıklarının çoğunlukla farkına varmazlar. (Shapiro 2000: 156)

Gerek çocukların doğuştan gelen mizaçları, gerekse hem sosyal hem de akademik eğitimlerini etkileyen belirli psikolojik eksiklikler nedeniyle, psikoloji literatürünün çoğu sosyal becerilerde zorluk çeken çocuklarla ilgilidir. (Shapiro 2000: 157)

Sosyal ilişkilerde zorluk çeken çocukların sosyal becerileri öğrenebilmeleri için değişik yollar vardır. Maalesef okullarda işbirliği (yardımlaşma), empati, anlaşmazlıklara çözüm bulma, duyguları kontrol etme ve iletişim becerileri gibi konular ders olarak işlenmez. Çocukların başkalarıyla iyi anlaşabilmelerini ve sosyal becerileri öğrenebilmeleri, sanıldığı gibi, çocukların çevrelerindeki insanları ve onların davranışlarını gözlemlemesiyle öğrenilemez. Bugün sosyal ilişkilerde zorlanan ve başarılı olamayan pek çok çocuk vardır. Bu çocuklar için karmaşık bir matematik problemi çözmek bir arkadaşla sohbet etmekten daha kolaydır. Onlar için ileri düzeyde bir bilgisayar oyunu öğrenmek son derece eğlenceliyken, bir arkadaşın problemini dinleyip ona yardım etmek çok büyük işkencedir. Bir çocuğun ?A? öğrencisi olmasına rağmen hala sosyal zekâsını yükseltmeye ihtiyacı olabilir. Bu tip çocuklar ?sosyal öğrenme zorlukları? olan çocuklardır. (Cohen, 2000: 5-8)

Caşi Cohen, Raise Your Child's Social IQ (Çocuğunuzun Sosyal IQ'sunu Yükseltin) adlı kitabında, bir gün, kendisine ?Bütün insanlar bu gezegende yaşarken ben kendimi sanki bana ait başka bir gezegende yaşıyormuşum gibi hissediyorum? diyen sekiz yaşındaki bir erkek çocuğunun bu ifadesiyle onun kendisini ne kadar yalnız hissettiğini ve kendi yaşıtlarıyla bağlantı kuramadığını söylemeye çalıştığını ve bunun bir çocuk için son derece stresli bir durum olduğunu söylemektedir. Bu tip çocuklar okulda, sınıf içi faaliyetlerde ve teneffüslerde oyun sırasında çevreleri çocuklarla dolu olmasına rağmen, sosyal becerilerinin eksikliği yüzünden kendilerini dışlanmış hissederler. Cohen, bu tip çocuklar için okula gitmenin dehşet verici bir şey olduğunu ve arkadaşlığın teselli yerine acı verdiğini söyler.

Çocuklar arkadaşsız olduklarında kendilerini yalnız, şaşkın ve dünyayla uyum içinde olmadıklarını hissederler ve bu hisler onların geleceklerini ciddi olarak tehdit eder. Okullardaki özel eğitim şubelerine gönderilen çocukların yaklaşık % 50'si, sosyal becerileri zayıf olduğu için yaşıtları tarafından reddedilen çocuklar olarak tanımlanmıştır. Çoğu kez, çocuğun sosyal sorunları, başlangıçtaki öğrenme zorluğundan daha önemli hale gelir. Yüzlerce inceleme, çocuklukta yaşıtları tarafından reddedilmenin okul başarısında zayıflığa, duygusal sorunlara ve ergenlik çağında suç işleme riskinin yükselmesine katkıda bulunan bir etken olduğunu göstermektedir. Araştırmalar, bu tip çocukların ilerde depresyon, başarısız ilişkiler, yetersiz ebeveynlik ve kariyerde başarısızlıklar gibi ciddi sorunlarla karsılaştıklarını göstermektedir.

Neyse ki sosyal beceriler de tıpkı diğer Duygusal Zekâ becerileri gibi, çocukların yaşlarına uygun sosyal ortamlar sağlanarak, belirli faaliyetlerin uygulanmasıyla ve büyüklerinin onlara örnek olmasıyla öğretilebilir.

Konuşma Becerileri:

Başkalarıyla geçinmekte sorunları olan birçok çocuk yaşına uygun konuşma becerilerinden yoksundur, ihtiyaçlarını başkalarına iletmekte sorun yaşar ve başkalarının istekleriyle ihtiyaçlarını anlamakta zorlanırlar. (Shapiro 2000: 158)

Neyse ki, Guevremont ve başka psikologlar konuşma becerilerinin teşhis edilebileceğini ve öğretilebileceğini ortaya çıkarmışlardır

Çocuklar sosyal iletişim becerilerini ilk önce aileleriyle yaptıkları konuşmalardan öğrenirler. Birçok ebeveyn için başlıca engel, konuşmak için zaman bulamamalarıdır. Bazı anne-babalar bunu düzenli olarak uyku vaktinde yapar, diğerleri en azından birkaç akşam yemeğinin telaşsız olmasını ve anlamlı sohbetlerle tamamlanmasını sağlar. Uzun yürüyüşler yada arabayla bir gezinti baş başa konuşmak için iyi fırsatlar sağlayabilir. Anlamlı sohbetlerin özelliği, iki kişinin düşüncelerini ve hislerini, hatalarını ve başarısızlıklarını, sorunlarını ve çözümlerini, hedeflerini ve hayallerini gerçekçi bir şekilde dışa vurmasıdır. (Shapiro 2000: 161)

Başkaları ile geçinme zorluğu çeken ve/veya konuşma becerileri zayıf olan çocuklar için, daha planlı etkinlikler gerekli olabilir. Guevremont, konuşma becerilerinin de diğer dil becerileri gibi, uygulama ile öğretilebileceğini ve geliştirilebileceğini bulgulamıştır. (Shapiro 2000: 161)

Mizahın Önemi ve Keyfi

Psikolog Paul McGhee, mizahın çocukların sosyal yeterlilik geliştirme tarzlarında özellikle önemli bir rol oynadığını göstermiştir. McGhee, ?Sizi güldüren birini sevmemeniz zordur? diyerek ?mizah yeteneği? olan çocukların, çocuklukları boyunca sosyal etkileşimlerinde daha başarılı olduklarını açıklıyor. Araştırmalar, mizah duygusundan yoksun çocukların yaşıtları tarafından daha az sevilirken, komik olarak bilinen çocukların daha gözde olduğu fikrini desteklemiştir. Diğer araştırmacılar, sosyal yeterlilik düzeyleri yüksek olarak değerlendirilen dört-beş yaşındaki çocukların bile başka çocuklarla mizahi etkileşimleri daha sık başlattıklarını, başkalarının şakalarına daha fazla güldüklerini bulgulamışlardır. (Shapiro 2000: 164)

Mizah yetisi de yaşamın ilk haftalarında gelişmeye başlar. Bebek altı haftalıkken, yüzünüze bir mendil koyup hemen kaldırdığınızda, bu ?ce!? oyunuyla onu gülümsettiğinizi görebilirsiniz. (Shapiro 2000: 164)

Mizah (Shapiro 2000: 169)

Mizah sosyal bağ oluşturur, öğretmenler, anne ve babalar ve diğer yetişkinler tarafından anlamlı ve uygun bir şekilde kullanılması çocukların sosyal becerilerini geliştirmesine yardımcı olur.

Mizah, beyni değişik yollarla uyarır ve öğrenilen şeylerin hafızada kalmasını sağlar.

Mizah çocukların, hayal, merak, umut dünyalarına yenilik katar ve yaratıcılığı çoğaltır.

Çocuklara stres ve kaygıyla mücadele etmenin çeşitli yöntemlerini gösterir.

Utanç verici bir durumdan yüz akıyla kurtulmalarına yardımcı olabilir.

Öfkeyle başa çıkmalarına yada başka birşekilde söylenmesi zor olan birşeyi ifade etmelerini (yani, birşeyi gerçekten söylemeden belirtmelerini) sağlayabilir.

Neşelendirir. Gülme özgürlüğü üzüntülü ruh halinden kurtulmayı sağlar. Duygusal beyinle düşünen beyin ve beden arasında dengeyi sağlar.

Arkadaş Edinme

Zick Rubin, Children's Friendships (Çocukların Arkadaşlıkları) adlı kitabında, çocukların arkadaş edinme sanatını ve becerisini öğrenirken farklı evrelerden geçtiklerini anlatır. (Shapiro 2000: 174)

Zick Rubin, ?çocukluk boyunca her yaştaki arkadaşlığın özellikle önemli bir ölçütü, kişisel bilgilerin -diğer kişilerin bilmediği ?özel' gerçekler yada hislerin paylaşımıdır,? diyor. Bütün terapistlerin bildiği gibi, kişisel bilgilerin paylaşımı tatmin edici ilişkiler kurmanın temel unsurlarından biridir ve büyük psikolojik yararları olduğu görülmektedir. Bir kişinin mahremiyet ve sırları da içeren kişisel bilgileri paylaşma derecesi, büyük olasılıkla çocukların arkadaşlıklarını değerlendirmede kullandıkları en önemli ölçüttür. (Shapiro 2000: 176)

Küçük çocuklar yada içe dönük ve sosyal açıdan soyutlanmaya eğilimli olanlar için, kendilerine benzeyen yada benzer ilgilere sahip çocukların katılacağı etkinlikler planlamak önemlidir. Başlangıçta, önemli olan çocukların birbirlerine nasıl tepki verdikleri değil, daha ziyade bunu yapmak için fırsatlara sahip olmalarıdır. Bilgisayarların ve sporun buzları eritmede büyük etkisi vardır. Çocukların sadece çizgi filmleri birlikte seyretmeleri bile daha sonraki sosyal gelişimin temellerini oluşturacak önemli bir ortaklaşa deneyim olabilir. (Shapiro 2000: 177)

Çocuklarınıza tek başınıza ebeveynlik yapıyorsanız, onlarla, hafta sonları ve okul tatillerinde çok uzun süre birlikte olma isteğinize karşı koymanız doğru olur. Okula gidecek yaşa geldiklerinde, yaşıtlarına daha fazla duygusal enerji ayırmaya hazırdırlar. Çocuklarınız, başka çocukların arkadaşlığından zevk duymaya başladıktan sonra arkadaşlarının değerini vurgulamak önemlidir. Çocuklarınızın arkadaşlıklarını ciddiye alın ve ilişkilerine ilgi göstererek, onları deneyimleri hakkında konuşmaya teşvik edin. (Shapiro 2000: 177)

Sonuç:

Araştırmalar bir çocuğun ilk yıllarda yaşadığı deneyimlerin beyin yapısını nasıl şekillendirdiğini göstermektedir. Çocukların anne ve babalarıyla ya da bakıcılarıyla olan iletişimlerinin ve ilerleyen yaşlarda, okul öncesi ve ilkokuldaki eğitimleri sırasında, öğretmenleri ile olan iletişimlerinin ve bu yıllarda sahip oldukları deneyimlerin, duygusal gelişimlerini, öğrenme yeteneklerini ve gelecekteki yaşamlarında nasıl insanlar olacaklarını kalıcı şekilde etkiler.

Beynin gelişimini kalıtım ve deneyimler etkiler. Bu ikisinin karışımı beyin gelişimini biçimlendirir. Gelişimin çoğu doğumdan sonra olduğu için, gelişimi desteklemek, anne baba ve ilerleyen yaşlarda öğretmenlerin çocuklara gösterdiği sıcak, duyarlı ve güvenli bakım ve ilgiyle sağlanır. Böylece duyguların idare edilmesi ve stresin azalmasına yardımcı olan biyolojik sistemlerin güçlendirilmesi sağlanmış olunur.

Duygusal zekânın öğelerini oluşturmak okul yılları boyunca devam etse de ilk fırsat, en erken yıllarda ortaya çıkar. Çocuk ilk yıllardan başlayarak, beynin gelişmesinin sürdüğü ergenlik yıllarına kadar, aile içindeki güvene dayanan yakın ilişkiyle:

Kendisini nasıl göreceğini,

Başkalarının kendi hislerine nasıl tepki vereceğini,

Hisleri hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini ve tepki verirken ne gibi seçenekleri olduğunu,

Umutları ve korkuları nasıl okuyup ifade edeceğini öğrenir.


Duygusal zekânın önemli özellikleri olan;

Etkili iletişim,

Başkalarıyla uyum içinde olmak,

Duyguların kontrolü ve kendini doğru ifade edebilmek,

Farklı bakış açısına açık olmak ve empati gösterebilmek,

İyimser, mizah anlayışına sahip olmak, kendisini tanımak ve hedefleri doğrultusunda ilerlemek,

Problem çözebilmek ve çatışmalara şiddete başvurmadan çözüm getirebilmek,

Hayatın her alanında öğrenmeye ve kendisini yenilemeye hevesli olmak.

Bireylerin, toplumun mutlu, üretken ve başarılı üyeleri olmalarını sağlar.

Bunun için ailede ve okullarda bugüne kadar ihmal edilen duygusal zekâ eğitimine önem verilmeli. Unutmayalım çocuğun bugünkü yaşantısı onun gelecekteki hayatına yansıyan geçmişini oluşturacaktır.

Nuran Kansu, Eray Beceren
http://www.duygusalzeka.net

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...