Bütün insanlar üç sınıfa ayrılmıştır: Hareket ettirilemeyenler, hareket ettirilebilenler ve hareket edenler.
Ara

Türk- Ermeni Meselesinde Büyük-Grup Kimliği / Psikolojik Sorunlar

Türk- Ermeni Meselesinde Büyük-Grup Kimliği

Büyük-grup kimliği, bir grubu oluşturan bireylerin büyüme ve sosyalleşme süreci içindeyken içselleştirerek sahip oldukları kodlardan oluşur. Büyük grup kimliği, kişisel kimlik ile iç içe geçmiş olması nedeniyle belirgin bir tehditle karşı karşıya kalınmadığı taktirde varlığından ve etkisinden haberdar olunmayan, ancak aslında bireyin tutum ve davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını kendi kişiliği kadar belirleyebilen, kişinin toplumla ve toplumsalla ilişkilerini ayarlayan zihinsel temsillerdir (mental representations). Vamık Volkan çadır modelinde büyük-grup kimliğini, kişinin bireysel kimliğini temsil eden giysisinin üzerinde bulunan, o gruptan olan tüm bireyleri örten bir çadır bezi ve liderin çadırın direği olduğu bir imgeyle tasavvur eder. Bu çadır bezi, aslında bireyleri biz-lik duygusu altında bir araya getirir, çadırın dışı ile içi arasında bir sınır oluşturur ve dışarıdan gelecek tehdide karşı grubu korur. Ancak çadır bezinde bir yırtık ya da direğinde bir sarsılma olursa, grubun biz-lik duygusu artar ve bireyler bir çadır altında yaşıyor olduklarını daha belirgin olarak algılarlar. Hatta bu tehlike durumlarında büyük-grup kimliği bireylerin kişisel kimliklerinden daha önemli hale gelir.

Bu model içinde dile getirilmeyen ancak önemli olduğu düşünülen bir boyut da bahsedilen tehdidin niteliğidir. Tehdit, grubun ?grup-varlığına? tehlike oluşturabilecek her şey olabilir. Gerçek bir tehlike olabileceği gibi, aslında olmayan ancak öyle algılanan bir tehdit de aynı şekilde büyük-grup kimliğini ateşleyebilir. Önemli olan o tehditle ilgili algının grup üyeleri tarafından paylaşılıyor olmasıdır.

1915 tehciri aslında çete olaylarına katılmayan pek çok Ermeni için suçsuz oldukları halde yaşamaya maruz bırakıldıkları, aynı gruptan diğer insanlarla ortak yaşadıkları, sadece savaş ortamının yarattığı öldürülme riskiyle ilgili tehlikeler yüzünden değil, göçten kaynaklı koşullar, açlık ve salgın hastalıklar yüzünden de tehdit oluşturan önemli bir travmatik olay olmuştur. Hayatta kalanlar yol boyunca travmatik olaylar yaşamışlar ya da bu türden olaylara tanıklık etmişlerdir. Genel olarak bakıldığında bile, Ermenilerin tehcir edilmesinin, bu olayı yaşayanların grup kimliklerini canlandıracak derecede önemli bir travma yaratacağını önceden tahmin etmek zor değildir.

Travma insan zihninde ve psikolojisinde önemli bir etki bırakır. Yaşanan şeyin niteliğinden ziyade, nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığı, bu etkilenmeyi belirler. İnsan zihninin travmayı çözümleyip eski işlevselliğine dönebilmesi için çiğnenmeden yutulmuş bir yiyeceği midenin öğütmesi gibi işlemden geçirmesi, eski zihinsel yapıları yenileriyle değiştirip güncellemesi, yani sarsılmış olan inanç ve değerler sistemini yeniden oluşturması gerekir. Benzer bir süreç kayıp sonrasındaki yas ve matemde de görülür. Sürecin tamamlanıp kaybın kabul edilebilmesi, kaybedilenin anılarının geçmişte saklanması, geleceğe taşınmaması için kişinin yas sürecini yaşaması gerekir.

Toplumsal travmalar da büyük-grup kimliğinde kayıp ve travmanın yarattığı bu etkilere yol açar. Bir grup kendini diğer grup karşısında aciz, zarar görmüş, çaresiz ve mağdur olarak görüyorsa, bunu ?seçilmiş travma? olarak algılayıp bu olayı geleceğe taşır. Yas süreci tamamlanana kadar bu olay nesiller arasında aktarılarak ve çeşitli şekillerde canlı tutularak geleceğe taşınır. ?Nesiller arası geçiş yetişkin bir insanın bilinçdışı olarak, travmatize olmuş benliğini, gelişmekte olan bir çocuğun kişiliği üzerine dışsallaştırmasıyla oluşur. Çocuk bir önceki neslin istenmeyen, sorunlu parçaları için bir rezervuar (depo) haline gelir.? Yetişkin bu aktarımı her zaman bilinçli olarak yapmaz. Sözsüz iletişim kaynaklarından ya da aile geçmişinin aktarılması sırasında farkında olmadan aktarılan zihinsel imgelerle çocuğa ?benim yerime benim tutamadığım yası tut?, ?ben aşağılandım sen bunu tersine çevir?, ?sen benim olamadığım şekilde girişken ol kendini koru ve hakkını savun?, ?kurban olma durumumuzu idealize et?, ?bana uygulanan şiddetin intikamını al?, ?yaşadığımız travmayı tamir et? mesajları verilir.

Bir seçilmiş travma, nesiller arası aktarımı gerçekleşirken grubun liderleri tarafından çeşitli nedenlerle alevlendirilebilir. Grubu uyanık tutmanın ve istenilen yönde hareketlendirmenin en kolay yollarından biri, dışarıda bir tehdit olduğu algısının yaratılıp, gruptaki uyuyan biz-lik duygusunu uyandırmaktır. Seçilmiş travma bunun için en uygun araçtır. ?Zaman çökmesi? kavramı bu noktada önem kazanmaktadır. Uyumakta olan grup kimliği, tarihte yası tam tutulmamış bir kayıp ve/veya travmanın yeniden gündeme getirilmesi durumunda, sanki olay yeni olmuş gibi etki eden bir mekanizma ile yeniden canlandırılır. Bu, olay sanki dün yaşanmış, zaman geçmişten gelip ?şimdi?nin üzerine çökmüş gibi, toplum içinde çok canlı duyguların yaşanmasına neden olur. Bu duygular toplumsal hareketlendirme (social mobilization) amaçlı olarak kullanılır.

Bu pencereden bakıldığında, 1915 tehcirinin Ermeniler için ?seçilmiş travma? olarak işlev gördüğünü, Ermeni kimliğinin güçlenmesinde önemli bir rol oynadığını, özellikle diasporadaki Ermeniler için önemli bir biz-lik duygusu kaynağı oluşturduğunu söylemek mümkündür. Ermenistan iç politikasında işgal ettiği konuma ve Ermeni diasporasının soykırımın tanınması yönünde ortaya koyduğu faaliyetlerinin yoğunluğuna bakıldığında 1915 tehcirinin, neredeyse dört kuşak geçmesine rağmen hâlâ ne denli önemli bir olay olduğu, bireyleri duygusal olarak ne kadar etkilediği görülmektedir. Tehciri yaşamamış olmasına rağmen ikinci ve üçüncü kuşak Ermenilerde, birinci kuşağa göre daha çok Türk düşmanlığının görülmesi ve sonraki kuşakların soykırımın kabul edilmesi taleplerinde daha radikal olması, gerçekliğin arkasında psikolojik kökenli süreçlerin işlediğini dile getirmek için yeterlidir. Ermenistan politikaları medya ve eğitim araçlarından yararlanarak toplumu soykırım yapıldığı söylemi etrafında homojenleştirecek şekilde dezenformasyona tabi tutup, nesiller arası aktarımı pekiştirmeye çalışmakta ve zaman çökmesi yaratmaya çalışarak 1915 tehcirini kendi çıkarları doğrultusunda Ermeni politikası içinde kullanmaktadır. Aslına bakılırsa hedefine ulaşmış gibi görünmektedir. Ayrıca bu psikolojik süreçler, çıkarlarına uygun olduğu noktalarda uluslararası sistemdeki büyük güçler tarafından da manipülasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Ermeni söylemi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmasını istemeyenler tarafından desteklenmekte, üyelik müzakerelerinin başlatılması öncesinde yapay olarak beslenen ?Ermeni soykırımının tanınması? talebi Türkiye'nin önüne bir engel olarak konulmaktadır.

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı'nın (TESEV) Türkiye ve Ermenistan'da yaptığı geniş alan araştırmasının verileri, yukarıda aktarılan fikirleri destekler niteliktedir. Örneğin Ermeniler, Türklerle ilgili bilgi alma kaynaklarının büyük bir kısmının sırasıyla basın/TV, tarih kitapları ile eski kuşaklar ve aile büyükleri olduğunu bildirmişlerdir. Ayrıca Ermenilerde eğitim seviyesi yükseldikçe Türkiye'nin dini ya da siyasi sistemi gibi bilgilerde yanlış cevap verme oranı artmaktadır. Bunlar Ermenistan resmî ideolojisinin toplumu Türkiye hakkında yanlış bilgilendirerek dezenformasyon yaptığını düşündürmüştür.

Araştırma detaylı olarak incelendiğinde Ermenilerin Türklere göre daha önyargılı olduğu görülmektedir. Örneğin, Türkler Ermenistan ve Ermenilerle ilgili bilgi düzeylerinin ölçüldüğü sorulara genelde ?bilmiyorum? cevabı verirken Ermeniler Türklerle ilgili benzer sorulara genellikle olumsuz yanıtlar vermiştir. Yani aslında Türkler Ermenilere karşı daha yansız yaklaşırken, Ermeniler daha çok olumsuz yansıtma (projection) yapmaktadır. Benzer bir şekilde iki grubun birbirine karşı tutumlarının incelendiği sorularda Türkler genelde geniş dağılımlı, yani olumludan olumsuza yayılan bir yelpazede çeşitli cevaplar verirken, Ermenilerin daha homojen bir grup olduğunu düşündürecek şekilde genelde olumsuz yönde ve tek tip cevaplar verdiği görülmektedir. Ayrıca karşılıklı olarak birbirleriyle ilgili düşüncelerinin hangi oranda olumlu ya da olumsuz olduğu sorulan soruya, Ermeniler Türk tarafının Ermenilerle ilgili düşüncelerini, gerçekte olduğundan daha negatif olarak tahmin etmişlerdir. Türkler ise bunun tersine, Ermenilerin Türklerle ilgili fikirlerini gerçekte olduğundan daha olumlu olduğu yönünde tahmin yürütmüşlerdir. Türk ve Ermenilerin birbirleriyle ilgili zihinsel temsillerinin araştırıldığı sorularda Ermenilerin Türklerle ilgili verdiği cevapların üçte ikisi ?düşman, barbar, kana susamış, katil, vahşi...? gibi oldukça olumsuz yöndeyken, Türklerin verdiği cevapların sadece üçte birinde ?egoist, bencil, önyargılı, düşman...? gibi olumsuz temsiller bulunmaktadır. Türklerin söyledikleri tanımlamaların geri kalan bölümünde ise ?iyi insanlar, gayretli, dost bir millet, çok zeki, insan, Hıristiyan, Ermeni...? gibi kelimeler yer almaktadır.

Nesiller arası aktarımı çok güzel bir şekilde ortaya koyan bir veriye göre, 18-29 yaş grubu Ermeniler, Türkleri en fazla negatif özelliklerle tanımlayan grup olurken, 30-44 yaş arası grup daha normal hatta olumlu tanımlamıştır. Ayrıca ?Türkiye'de üretilmiş ürünleri satın alır mıydınız?? sorusuna verilen yanıtlara bakıldığında yaş küçüldükçe daha yüksek oranlarda ?hayır? yanıtı verildiği görülmektedir. Bu verilere göre birinci ve ikinci kuşağa nazaran üçüncü kuşakta daha fazla oranda Türk düşmanlığı yönünde önyargı olduğu söylenebilir. Buradan yola çıkarak, birinci kuşağın tutamadığı yasla gelen zihinsel temsillerin, özellikle dede-torun ve nine-torun arası ilişkiler vasıtasıyla birinci kuşaktan üçüncü kuşağa aktarıldığı ve özellikle 1950'lerden itibaren Türk düşmanlığı ve soykırımın kabulü talebi doğrultusunda değişen Ermenistan politikasının, kitle iletişim araçlarını da kullanarak Türk düşmanlığını topluma yaydığı ve pompaladığı söylenebilir.

Sonuç:
Türk- Ermeni meselesinin psikolojik dinamiklerini anlamaya çalışan bu yazının nesnesi Türk tarafından ziyade Ermenilerin içinde bulunduğu psikolojik dinamiklerdir. Sorunu doğru ve kapsamlı ele alabilmek için Türk tarafını etkileyen psikolojik faktörlerin de anlaşılması gerekmektedir. Çünkü tüm sistemlerde olduğu gibi uluslararası sistemde de etkileşimsel, döngüsel ve karşılıklı süreçler yaşanmaktadır. İki tarafı ele almadan yapılacak analiz eksik kalacaktır. Ayrıca Türk tarafını etkileyen faktörlerin tamamının de facto olduğunu söylemek mümkün değildir. Türk tarafının da kendi psikolojik dinamiklerinden gelen özellikleri, sorunu sürdüren bir etkiye sahiptir ve bunlar bu yazıyı tamamlayacak şekilde başka bir yazıda ele alınmalıdır.

Burada dile getirilmeye çalışılan temel argüman, aslında uluslararası sistemin işleyen süreçlerinde gerçekliğin pek çok psikolojik süreçle yanıltılabileceği gerçeğidir. Ermenilerin soykırım taleplerinin arkasında gerçekler değil, temelleri eskiye dayanan psikolojik mekanizmalar bulunmaktadır.

Türk- Ermeni ilişkilerinin çatışmalı yapısının arkasında işleyen psikolojik mekanizmalar, sorunun kökenine inebilmek için anlaşılması gereken önemli veriler sağlamaktadır. Uluslararası ilişkiler boyutunda da etkili olduğu görülen sorunun tam olarak kavranması, ancak insan değişkeninin konu kapsamına alınmasıyla mümkündür. Siyasete gerçekliğin kendisinden çok, insanlar, topluluklar ve uluslar tarafından ?algılanan? gerçeklik etki etmektedir. Büyük güçlerin manipülasyonunun önemli etkileri olduğu düşünülen uluslararası sistemde, insan faktörü zaman zaman önceden tahmin edilemez olaylara neden olmakta, bazen de psikolojik zeminler bu güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullanılmaktadır. Ermenilerin son elli yılda geliştirdikleri mağduriyet psikolojisi ya da grup kimliğinde etkili olan diğer psikolojik mekanizmalar da büyük güçlerin siyasî manevralarında bilinçli bir şekilde ya da farkında olmadan manipülasyon aracı olarak işlev görmektedir.

Ermeni meselesiyle ilgili konjonktüre bakıldığında, Türkiye'nin çok da olumlu olmayan pozisyonunu biraz daha iyi hale getirmek için kendi üzerine yansıtılan düşmanlık ve tehditle bilinçli bir şekilde baş edebilmeyi sağlaması gerekmektedir. Bu, tepkisel ve kutuplaşmayı arttırıcı politikalarla olamayacağı gibi, karşı tarafı mazur gören kabullenici bir yaklaşımla da sağlanamaz. Türkiye'nin Ermeni meselesi ile ilgili eylem biçimi, Ermeni tarafının kullandığı dezenformasyon ve lobi faaliyetleri gibi yöntemleri kullanarak oluşturulabilir, ancak temel iç prensipler değişmeli ve konu ?soykırım?ın reddi ya da kabulü ikiliğinden çıkarılmalıdır. Bu yeni politika, Ermeni meselesinde işleyen psikolojik mekanizmaları anlamak ve bunların gerçekliği yanıltma olasılığı taşıdığını, sadece iç politikada değil, dış politikada da etkin bir şekilde göstermek yoluyla gerçekleştirilebilir.

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...