Mum dibine ışık vermez.
Ara

Eskiden Hiperaktivite Mi Vardı? / Psikolojik Sorunlar

Eskiden Hiperaktivite Mi Vardı?

Hiperaktivite, modern zamanların meselesi sayılıyor. Modern zamanların, hangi zamanlar olduğunu bana sormayın. Modern zaman, bir bakıma, bir öncekinden daha süratli akıp giden zamandır. Modern zamanda sadece sürat artmaz, öğrenilecek bilgi, anlaşılacak konu, uyulacak kural, uyum sağlanacak toplum, boyun eğilecek ve baş kaldırılacak otorite, zaplanacak kanal, oynanacak oyun.... Hepsi, hepsi artar, çok fazla olur.
Süratin getirdiği keyif ve heyecan, korku ile kardeş hisler oldukları için, aceleci hayatlar bu duygularla harmanı olup giderler. Hayatın önüne katıp sürüklemekte hiç zorluk çekmediği hayata kısaca 'hiperaktif' diyebilirsiniz. Bu gündelik tanımın biraz daha dışına çıkıp, tıbbi bir sorun olarak tanımlanan hiperaktifliğe bakalım.
Beynimizin 'dikkat' adıyla özetleniveren işlevi, nerdeyse otuz bin küsur yıl önce tasarlanmış mükemmel bir aygıtın ürünüdür. Modern zamanlar, yeni ihtiyaçlar doğurmasa da, bir yandan ihtiyaçların yoğunluğunu artırırken, süratiyle de ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştırır. Beyin ve onun dikkat işlevi, yükü taşımakta zorlandıkça kişinin (çocuk ya da yetişkin) hayatının birçok alanını zorlaştırır, hayatını zora sokar.
Ne yapmalı? Hiperaktivite, hakkında çok konuşulan sorunlardan biri, belki de başlıcası... Hakkında konuşulmak da, modern zamanlara ait bir özellik olsa gerek... Hakkında konuşulan, ama ne konuşulduğu pek anlaşılmayan, pek de önemseyen bu sorun için tartışmanın odağını "Dikkat eksikliği/aşırı hareketlilik diye bir durum var mıdır, yok mudur, buna ne yapılmalıdır, özel eğitsel yöntemler mi kullanılmalıdır, ilaç mı kullanılmalıdır, başka bir şey mi yapılmalıdır, ya da kenarda durup seyir mi edilmelidir?" soruları epeyce doldurdu.
Tartışma süredursun, dikkati dağınık veya hiperaktif çocukların, çevrelerinin kendilerinden beklediklerine, tam da neden olduğunu bilmedikleri bir şekilde ayak uydurmakta zorlandıkları ve mutsuz oldukları gerçeğini hiçbir şey değiştirmiyor.
Bilmedik bir durum değil. Yıllardır birçok eğitim kurumu, toplumsal otorite ve anne-baba, çocukların davranışlarının tümüyle çocukların kendi kontrollerinde olduğu varsayımından hareketle, dikkatin dağılması, kendini tutamama, aşırı hareketlilik vs. gibi davranışların sadece çocuğun iradesizliği ya da anne-babanın kifayetsizliğinden ibaret olduğunu hep söyleyegelmişlerdi. Bu duruma bir başka açıklama getirmek, açıklamaya da bir isim takmak, isim takılanlara bir avantaj ve zorluklarını aşma fırsatı getiriyorsa neden olmasın?
Hiperaktif çocuğun (ve yetişkinin) dikkati ve davranışları üzerinde denetimi, yapısal sebeplerden ötürü ve ona 'ağır gelen' koşullarda zayıflar. 'Motive' olduğu veya iyi becerebildiği konularda, bu denetimi geçici olarak da kurabilmesi, 'denetim zayıflığı'nın duruma özgü olduğu sonucunu, dolayısıyla 'isterse' yapabileceği 'yargısı'nı doğuruyor. Oysa, dikkat, motivasyon nereyi işaret ederse, oraya yönelir.
Peki, bıraksak da dikkat dağınık kalsa... Ne olur? Çocukların (kendilerinin de) mutsuzluklarının sebebini anlayamamaları, çevrelerindekilerin de bu sebebi ya hiç akıl edip aramamaları, ya da çocuğu (veya eğitim sistemini veya ana-babaları) durumdan sorumlu tutmaları işin katmerli zorluk hâline dönüşmesine yol açar. Kızgınlık, öfke, ve hüzün iç içe, çocuğun hayatına çöreklenir. İçinde yaşanan dönem mutsuz, hayata ilişkin beceriler öğrenilmeksizin geçip gider... Kaybedilenlerin geri kazanılması giderek imkânsızlaşırken...
Tıbbi, psikolojik, sosyal... Psikiyatristlerin dikkat eksikliği/hiperaktivite sendromu yaşayan çocukların hayatındaki işlevi basit: Hiperaktif çocukların gelişimini engelleyen, yollarını tıkayan engelleri ortadan kaldırıp yollarına devam edebilmelerini sağlamak. Diğer yandan, sorun tek başına tıbbi ya da psikolojik bir sorun değil.
Aileyle ve okulla yapılabilecekler. Le Heuzey'in kitabında aile ve okula düşenler ayrıntısıyla yerini almış. Bu durum hakkında, tıbbi tedaviler dışında yapılması gerekenleri hatırlatalım: Anne-babaların çocuklarının sınırları öğrenmelerini ve kendi sınırlarını koyabilmelerini sağlamayı amaçlayan bir eğitim anlayışı geliştirebilmeleri çocuklara çok yararlı olmakta. Bu arada, hiperaktivite gibi genetik geçişin çok rol oynadığı bir davranışın, anne-babada çeşitli ölçülerde mevcut olması kuvvetli bir olasılık. Hiperaktif olarak tanımlanan kişilerin, inandıkları ya da hedef koydukları durumlara, 'hiperkonsantre' olabildiklerini, bu hedefe adeta kilitlenebildiklerini görüyorum. Bu kilitlenmenin en iyi örnekleri ise, kendisinde hiperaktivite özellikleri bulunan anne-babaların çocuklarını sahiplenişlerinde saptanabilir.
Eğitim hakkını kullanabilmek için. Hiperaktivite'nin bir davranış ve öğrenme sorunu olarak varlığı, eğitim sisteminin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Kaldırmak ne kelime, sistemin sorumluluğunu, çocukların özelliklerinin göz önüne alınarak eğitilmesi zorunluluğunu getirerek arttırıyor. Hele ülkemizde... Öğretmen-öğrenci oranında öğretmen sayısının artırılması, sınıfların kalabalığının azaltılması, öğrenmede 'yapmaya, yaşamaya' dayanan bölümlerin çoğaltılması gibi etkiler her öğrencinin hayatını kolaylaştıracak uygulamalardır. Hiperaktif çocuklar, bu sorunlarının yadsınması durumunda temel eğitim alma haklarını kullanamamaktalar.
Okul ve aile. Okul ve aileyle yapılması gerekenler, tıbbi tedavilerin ya da psikoterapilerin alternatifi değil, zorunlu tamamlayıcısıdır. Okul çağı çocuklarında geçen zaman yerine konabilecek cinsten olmadığı için, hızlı hareket etmeye gerek vardır. İlaç tedavileri, gelişimin önündeki yolu açmakla yetinir; o sebeple yarar kısa vadede belirgindir, uzun vadeye yansımalarını görürüz. Gelişimin önündeki engel kalktıktan sonra, yola nasıl devam edileceği, zaten yolcuların bileceği bir şey. İlaçlar hakkında ayrıntılı ve kapsamlı bir tartışma Le Heuzey'in ve bu konuda yazıp çizen hemen herkesin kitabında var. İlaçların kullanımı hakkında değişik mecralardaki yüzeysel tartışmalar içinde en dikkat çekenlerden bir tanesi, zaman zaman gereksiz ilaç verilebildiği düşüncesi, ilk bakışta doğru gözüküyor. Ancak, doktorlara başvurana kadar diğer tedavi ve tedavisizlik yöntemlerinin zaten ve genellikle denenmiş ve sonuç vermemiş olduğunu, başvuranların önemli bölümünün diğer yöntemlerle yol alamamış kişiler olduğunu hesaba katmak gerekir. Üstelik, ülkemizi düşünürseniz, tedavi ihtiyacı olup da hiçbir tedavi olanağına kavuşmayanların sayısı yüz binleri buluyor.
İlaç tedavisi dışındaki psikolojik ve eğitimsel yaklaşımların zayıf kalmasını, sistemin işi ucuza bitirme çabasının bir sonucu olarak gören Amerikan Çocuk Psikiyatrisi Akademisi, kronik bir problem olarak tanımlanan hiperaktivitenin tedavisinin doktorla ve psikoterapistle sıkı bir ilişki içinde olmaksızın sadece ilaç verilerek sürdürülemeyeceğini açıkça ilan etmiş vaziyette. Le Heuzey'in kitabındaki yaklaşım da, Türkiye'deki meslektaşlarımızın uygulamaları da çok farklı değil.
Herhangi bir tedavi verme ya da hiçbir tedavi vermeme kararı, doktor, anne-baba ve çocuk arasında, enine-boyuna tartışılarak kararlaştırılır. Bir çocuğun gelişmesinin önündeki bir engeli kaldırma fırsatı veren her girişim (anne-babanın aydınlatılması, ilaç, psikoterapi, özel eğitim vs.) işe yarar. Bu fırsatı bir çocuğa vermemek hakkına hiçbirimiz sahip değiliz. Bu problem ve çözüm yolları hakkında, başta aile, çocuk ve okul olmak üzere herkesin ayrıntılı ve bağımsız bilgi sahibi olması, kararın çocuğun hayat kalitesini düzeltici yönde alınmasının bir güvencesi olacak. Hiperaktif Çocuk kitabı, gerek duyulan bilgilendirme araçlarından birisi olarak Türkçe yazılmış kitapların yanında yerini alıyor.

YANKI YAZGAN: Prof. Dr. Çocuk-Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

Okunma Sayısı: 4946  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...