Bütün insanlar üç sınıfa ayrılmıştır: Hareket ettirilemeyenler, hareket ettirilebilenler ve hareket edenler.
Ara

Değişim Merkezden Başlar...

Değişim Merkezden Başlar...

Değişim merkezden başlar… Aynadaki görüntüden…

Sen kendini değiştirmek istediğinde aynaya bakarsın. Oradaki kişiyi değiştirmek istersin ve kendini değiştirmeye başlarsın. Sen kendini değiştirdiğinde aynadaki kişi de değişiverir… 
Gerçeğin önemli bir ilkesi ayna karşısında yaşanan bu parodide gizlidir…

İnsanın en büyük yanılgılarından birisi dış dünyayı değiştirmeye çabalıyor olmasıdır. Hele de bir problem olanca varlığı ile üzerimize abandığında… O problemi çıkaranı şöyle bir adam etmek ister insan…
Değiştirmeye çalıştıkça nasıl da değiştirmeye çalıştığına dönüşüyor olduğunu fark edemeden yokuş aşağı bir yolculuğa başlar. Nerede duvara toslayacağını bilemeden… Geçekten öğrenmesi gerekenin ne olduğunu sorgulamadan, doğru tepkinin ne olduğuna hiç bakmadan, sorun yaratan, sıkıntılara neden olan o kişiyi değiştirmek ister. Ve bir süre sonra ilginç bir şekilde o değiştirmek istediğinin davranışlarının kalıbını almaya başlar. Karşısındakini değiştirmeye çalışan değiştirmeye çalıştığı hayatın içinde eriyip gitmeye mahkûm olur.
İnsanoğlu var olduğundan beri bu düzen hep böyle gelmiştir ve böyle gidecektir… Sadece bireylerin hayatında değil ki… Toplumların hayatında da durum böyle değil mi? İster birey olsun isterse bir topluluk ya da ülke… Gerçek hep aynı ilkeyi bize tekrar tekrar göstermez mi?

Topluluklar içinde de kim karşı tarafı değiştirmek isterse, ilerleyen yıllar ile değiştirmeye çalıştığının kimliğine bürünmüyor mu şöyle bir geriye baktığımız tarih sürecinde? Peki, tarih perdesini aralarsak ülkelerin geçmişinde ne belirir karşımızdaki sahnede? Sadece değiştirmek ile uğraşan değil midir silinen sahneden ve değiştirmeye çalıştığının kuralları ile yeniden sahnede beliren…

Gerçek basittir ve tam gözünün önüne gizlenir…
Bireyde de toplumdada aynı ilke geçerlidir.
Ve hiç değişmeyecektir…
Değiştirmeye çalıştıkça kendi üretimlerinden uzaklaşmaya başlar insan… Ayrı düşer kendini dününden daha iyi yapıyor olmaktan… Karşısındakini değiştirmeye çalıştıkça becerilerini yitirir. Değiştirmeye çalıştıkça değiştirilmek istenen sahneye daha da bir hâkim olur. Çünkü benim onu değiştirme çabam onun kendi bildiğinde daha da ısrarcı olmasına neden olur. Sen durup ona engel olmaya çalıştıkça akan suyun önünde yükselen bir baraj olur çıkarsın… Hantal güçlü, kuvvetli ama işe yaramaz bir bent… Sen durduğun yerde gücünü arttırmaya çalıştıkça yükselen su ise başka yönlerde yol bulur, sel olur, yıkıp geçerek tüm dünyana yayılır. Ve seni çepeçevre istediği gibi kuşatır.  Peki, bu yıkım nasıl toparlanabilir? Peki, sen şimdi ne yapabilirsin suyun artan gücüne karşı barajı daha da güçlendirmeye çalışmaktan başka…

Bir bilebilsen en başta yapman gerekeni… Suyun önünü kesmek yerine, suya muhtaç alanları senin kuşatmanın gerektiğini… Ancak üretiyor olmak ile dünyadaki değişimleri yönetebileceğini… Nasıl o zaman toprağı bereketlendireceğini… Yeni arazileri keşfedenin sen olman gerektiğini… O arazileri kendi açacağın suyollarından beslemek ile uğraşmanın seni nasıl büyüteceğini… Bir görebilsen… Gerçekten üreten tarafta bir yer alabilsen… Kendi ürettiğin ölçüde tüketebilen olabilsen…

Düşündün mü hiç? Biz ne yapıyoruz yıllardır birbirimizi değiştirmeye çalışmaktan başka… Herkes birbirinden şikâyetçi… Herkes birbirinden hüsranda… “Onlar!” diyoruz… “Onlar hep yanlış yapıyorlar!”. Peki, ama biz ne yapıyoruz? Hayatımızı neyle anlamlandırıyoruz? Neden göremiyoruz? Ters, aksi ya da aksak giden bir şeyleri değiştirme yolunun önce benden başlaması gerektiğini...

Nasıl da göremiyoruz karıncaların hayatındaki gizemi… Nasıl da uzak düşmüşüz şu dünyaya şaşakalmaktan geri…  Nasıl da bekliyoruz kendi attığımız taş ile dağları devirmeyi. Göremiyoruz karıncaların nasıl da binlercesinin bir araya geldiğinde ancak oluşturduğunu o geçitleri…

Dünyanın değişimine yön verenlerin hiçbirisi karşılarındakileri değiştirmeye çalışanlar değildir. Değiştirme çabası içerisinde olanlar değiştirilmeye mahkûm olanlardır. Dünyayı gerçekten değiştirebilenlerin hüneri üretiyor olmaları ile ilgilidir. İster silah olsun, ister ilaç olsun, ister teknoloji olsun temiz amaçlı da olsa kirli amaçlı da olsa tarih boyunca dünyada değişimi yaratanlar birilerine üretimlerini sunarak onları bu üretimlere mahkûm edenler olmuştur. Değiştirmeye çalışanlar ise değiştirmeye çalıştıkları oranda üretilenlere mahkûm kalmışlardır. Tüketim mahkûmiyetinden kurtulabilmenin yolu tüketime destek verenlere kafa tutmak değil, kendi üretimlerini tüketimlerinin önüne geçirebilmektir. Peki, biz ne yapıyoruz bunca senedir? Birileri kirli üretimleri ile dünyayı değiştiriyorsa ben ne yapıyorum şikâyet etmekten ve tüketmekten başka… Neden ben ona sunmuyorum temiz olanı...

Bu dünyayı kirleterek de temizleyerek de değiştirebilmek mümkündür. Ama önce üretiyor olmak gerekir. Bugün gelinen üretimlerle dünyanın kirlendiği gerçeği herkes tarafından kabul görmektedir. Bugün dünyanın değişimi kirlenme yönündedir. Herkes bunu bilir ve değiştirmek ister… Peki, ama değiştirmek için ne yapar? Ben ne yapıyorum? Şikâyet etmekten başka… Neden kabul etmek istemiyorum her şeyin bir bedelinin olacağını… Belki de bunun bedelinin ağır olacağını görüyorum ve yummak istiyorum bir daha açmamak üzere gözlerimi… İnsanoğlunun kendi elleriyle kirlettiği bu dünyanın temizlenmesi çok meşakkatli olacak… Bu bir gerçek.  Peki, o zaman neden, hemen şimdi, bugün, bir şeyler yapmaya başlamaktan halen uzak düşmekteyiz? Nasıl ki bir evin temizlenme süresi uzadıkça o evin toparlanması daha uzun vakit alıyorsa, zarar görmüş kirlenmiş bir toplum düzenin de toparlanabilmesi için durum aynı değil mi? Dolayısı ile bu dünyayı oluşan zararlardan temizleyebilmenin bir bedeli ve zamanı var elbette ki...
Hayat bizden o bedeli ve zamanı geri isteyecektir illaki...
Ve hatta faizini…
O yüzden bugün ortaya çıkan hasarların, yozlaşan ahlakın düzeltilmesi onlarca yılı alabilecekse bu belki de senin düzeleni göremeyeceğin anlamına geliyor olabilir mi? Ama senin torunlarının, barış ve ahlak içinde yeşil bir dünyada yaşayabilmesinin anahtarı da işte tam da bu beklentisizlikte gizli değil mi?.. Sen ne kadar sonuca olan beklentini düşürerek bu dünya için çabalayabilen olur isen o kadar torunun dünyasına da bir ağaç dikebilen olmaz mısın?.. Ancak insanın sonuçlardan vazgeçip sebepleri ile uğraşan olabilmesi onun ezeli sınavı... En istemediği ve en kaçındığı temel gerçeği… Ve aslında mutlu olabilmesinin de tek gerçek yolu… Garip ama doğru…

İnsanın belki de sonucunu göremeyeceği bir şey için çabalaması güçtür… Sadece gönül ister… İnanmayı gerektirir. İnsanın yönünü belirlemiş olması gerekir… İnanan insan çabalar. Çabaladıkça uğraşmaktan keyif alır… Şikâyetten uzaklaşır. Çözümler için yeni ufuklar arar… Çünkü yönünü belirlediğin an mutluluğun yol haritasını da çizmeye başlarsın. Hedefi olan bir insan olursun. Uğraşan ve uğraştığından da keyif alan…  Her şey bir sonuç içindir. Ancak o sonuçlar bizim kontrolümüzde değildir. Biz o sonuçların bizim kontrolümüzde olmadığı gerçeğini bir türlü kabul etmek istemeyiz. Sebepleri oluşturanın ancak hayırlı olana doğru gidebildiği gerçeğini reddederiz. Neden? Günü kurtaran sonuçları elde etmek uğruna… Anlık büyük çıkarlarımız için gelecek kuşaklara sağlayabileceğimiz büyük faydalardan uzaklaşmak pahasına... Tam tersine “enayi” deriz o büyük faydalar uğruna bugünün o büyük fırsatını elinin tersiyle iteni. Ufka doğru kafamızı kaldırmayı reddeder burnumuzun ucundan ötesini görmek istemeyiz…

İbrahim’in ateşini söndürmeye kalkışan karıncaya sormuşlar:
•Sen mi söndüreceksin İbrahim’in ateşini?

Su damlasını yerden alıp yüklenmeye hazırlanan karınca dönmüş:
•Ben suyu değil niyetimi taşıyor olacağım…

Ama zordur İbrahim’in ateşine su taşıyan karıncanın rolünü oynayabilmek… Bir karınca gibi davranabilmek zor gelir hepimize oysaki kanımızı bizden çalan sivrisinekten onu geri alabilme gücümüz bile yokken…

İnanırsan hayal edersin…
Hayal edersen uğraşırsın…
Uğraşırsan keyfin enginliğine dalarsın…
Ve Ufka kanat açarsın… 
Çırparken kanatlarını seyreylersin alemi,
Görürsün gerçeğin işaretlerini,
Hakkın gerçekliğinin nasıl etrafı temizlediğini…
Çözerken bilmeceni geliştirirsin yönetim becerini…

Sağlıcakla Kalın,

Devran Bengü
DTÖ DESIGNER

Okunma Sayısı: 545  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...

Tüm Yazılar